20 Mart 2013 Çarşamba

gözümde yaş akmış bir burun ve uyku öncesi ruh haliylen sığıntı olduğum yaşam platformundan...

dilek kutusu: hayat seni bazen, çok güzel bir filmi online izlerken etkileyici bir sahnesinde, o bölümün bitmesi ve senin yerinden doğrulup duygularını dağıtmanı izleyip eğlenirken sen o hayatı umursamaz ve "hey dostum her bölüm bittiğinde zaten hazırladığım diğerii beklemeden izleyebiliyorum hahaha..." demek zorunda bırakır, ama sen gel terbiyeni saygını yitirme uslu uslu izlediğin filmin etkisini hayatın çalmasına müsade etme o zamansa hayattan çalınan güzel filmleri izlemeye devam etmeyi diliyorum...fonda:ister inan ister inanma senle doluyum ben hala...

16 Mart 2013 Cumartesi

keyifli keyifli evime döneriken...

dılek kutusu: hmmm ne yapsam ne yapsam, bısı yapsam azcık sınırımı bozsam ama cokta sert olmasın ara ara tebessum edeym, kadınların ıhtıyacı olan ozgurluge ulasma cabasını ve objelıkten ınsanlıga gecıs mucadelesı uzerıne olsun arayada ohh mıs ınanc koysun ama yetmez ıktıdar kabarmasıda olsun dıyorsanız benım gıbı e oldu olacak kara mızah dıyorsanız "sessızlık" adlı oyunu farklı ve guzel sunumuyla bızzat denemıs bırı olarak tavsıye ederım efenım keyıflı vakıtler gecırmenızı dılıyorum... fonda:dınsel bır ezgı calsın o vakıt kuslar bocekler ve keman sesı tabı kı...

26 Şubat 2013 Salı

"günlerin ucu kaçtı, bilmiyorum bugün günlerden ne?" soruları eşliğinde ev ararkene...

dilek kutusu: bir yer senin değilse evet orası senin değildir zorlama, pılını pırtını topla ufaktan değil aleni bir şekilde kaç... Hayat zaten zor ve stresliyken -modern şehir insanı sözleri evet ne var- bir de ev stresi ekleme tüm dertlerine dedim ve daha önce bir çok kez başlattığım ev arama startını bir kez daha başlattım. Sonuç beklemeyin yav durum daha o muhit gidilip görülecek, insanları tanınacak, geç saat uygunluğuna bakılacak, nem rutubet ayarı çekilecek ooo -ecek, -acak bla bla bla... aslında düşük olan çenemi iplerle başıma bağladım ve diyorum ki yüce rabbim sen kimseyi evsizliklen sınama yarebbim dinimiz amin dileğim budur... fonda: imany'den geliyor ve diyor ki "you will never know"...

7 Şubat 2013 Perşembe

üsküdar'da horhor durağında masum ama umutlu, yalnız ama inançlı, yağmurlu ama kuru bir şekilde otobusümü bekleriken...

dilek kutusu: Bugün yeni bir tespitim var kutu, bilmiyorum toplum bunu duymaya hazır mı ama yazı yoksunluğu çektiğim bugünlerde hemen paylaşayım dedim (esasen metnin orjinali şapşikliğim-kınalı yapıncaklığım vb. bilinir sebeplerden dolayı gitti, umarım aynı dili yakalayabilirim zihnimdeki notu temize geçirirkene). Tespitime gelirsek eğer, tabi ki uzun uzun yollardan geçerek  ve anlamsız cümlelerimi çözmeye çalışmadan bunu paylaşmayacağım seninle -her zamanki gibi-. Öncelikle üsküdar'da ki marmaray çalışması yüzünden rezil bir hal almış olan ve kendisine iskelede bir kalkış istasyonu elde edemeyen otobüslerin hepsinin toplu ilk durağı olan horhor dan bahsetmek istiyorum (görende beni 40 yıllık istanbul'lu sanır sanki yıllardır çekiyorum bu yol çilesini, ama hayır ben sadece fevri bir insanım, bu isyanın nedeni budur.) neyse efenim tahmin ettiğiniz üzere benim sevgili otobüsümün de ilk durağı bu ana-baba günü, panayır alanı, pazar meydanı kıvamında ki durak(horhor adında bile meymenet yok ki anacım =P). Şimdi gelelim mevzuya bu durakta garip bir açlık savaşı havası var. Herkes her an tetikte çünkü gelen otobüs sizinki olabilir! Ama ya şu koca otobüs ve önündeki kuyruk bitmezse ve şoför amca kapıyı erkencikten açarsa. Belkide en çok bekleyen olmana rağmen son binen ve oturamayan bir yolcu olarak geçeceksin tarihe, o akşam.Şimdi olayın bu boyutunun yanında bir de şöyle şakacı amcalar var; uzaktan bir otobüs artık duraklık vasfından çok tren istasyonu kıvamında olan alana yaklaşır ama ne hikmetse adı sanı yazmaz sadece koca harflerle "İ E T T.." yazar ve sen heyecan yaparsın durduk yere "acaba... acabaaaaa... acabaaaaa..." ama değildir. Bu senin otobüsün değildir. Geriye senin vücudunda -artık göstermekten utanmadığın- aşırı sıkılmış (vallahi oflamaları çok net duyarsınız, el kol hareketleri eşliğinde) belirtiler salık verilmiş halde sıradaki otobüslere bakarsın. Şimdi oto senin olmayabilir ama bu bir acı ya da rahatlama olamaz senin için zira şimdi farklı bir problemle yüzyüzesindir. Çünkü istasyon -durak- başından onu atmaca gözleriyle görmüş olan güruh seni ezip geçmek, sıkıştırmak, itip-kakmak suretiyle kendilerine yer kapmak maksadıyla üstüne koşmaya başlar. Hadi bakalım az zararla sıyrıl aralarından bu senin birinci görevin =P. İkinci görevin ise o son anda nereye gittiğini belli eden otobüse atmaca gibi koşup, yarışmada önlere yerleşip, kıçını çok rahat olmayan ama o şartlar altında kral koltuğu gibi gelen yere atmaktır. Haydin kolay gele. Şimdi işin aşağıda ki boyutu genelde bu seyirde ilerlerken ben bundan zevk alan kişileri tespit ettim yani hazır mısınızzz? "Şoför abi-amca" evet çok ciddiyim sadistçe bundan zevk alıyorlar. Mesela neden uzaktan açmıyor ki adını sanını son ana kadar bekliyor. Böyle insanların umutla ileri atılıp, ızdırapla geri çekilişini bence eğlenerek izliyorlar. Hatta mola vakitleri anlatıp anlatıp eğleniyorlardır kesin (yani ben olsam öyle yapardım =P). Şimdi tamam bundan şimdi zevk aldın dimi abi çekil artık kenara oynama artık işten çıkmış yorgun insancıklarla. O ne öyle insanlar binmeye çalışırken götüm götüm ilerlemek. Hayır amacın ne? Zaten berbat olan trafik senin o iki gıdım ilerlemenlemi açılacak? Hayırrrr! O zaman buradan bütün şoför amcalara-abilere (hani bak ben seni benimsedim safi şoför demiyorum... Hatta daha havalı olacaksa kaptanda derim...) sesleniyorum; "Lütfen nereye gideceğinizi önceden belirleyin, ve lütfen binmeye çalışırken ilerlemeyin azcık yolcu olün lennnn dileğim budur (hayır yakında asabiye bağlıcam tutuyorum bak kendimi =P kime göz dağı verdim hiç bir fikrim yok ama rahatladım ohhh hatta varya dahada çok yazardım ama yeter gari)...fonda: Lauryn hill  derler yeni dinlediğim birinden "too good to be true" gelsin...

günü artık bitirme isteğinin zirve yaptığı ancak eve gitmek isteğinin de diplerde olduğu karışık duygular içinde boğaz manzaralı olan ama benim önümdeki duvarın buna engel olduğu masamdan...

dilek kutusu: başlığı yazdım ama pekte içime sinmedi yani tamam kendimi acındırdım biraz arada da hava atarak -hani bakın ben boğaz manzaralı ofiste çalışıom ehuehueh diyerekten =P- hayır şimdi bunun havasını ancak İstanbul dışındakilere atabilirsin bunu öğrendim ama ben henüz tam İstanbul'lu olmadığımdan affınıza sığınıyorum. Neyse kendimi acındırdığıma bakmayın günün yarısını boğaza nazır şantiye alanında geçiriyorum. Artık Boğaz manzarası benim için o kadar tanıdık ki bazen görmezden geliyorum, o ilk heyecanla incelediğim kıyı hattı neredeyse nadir gören birininkinden daha geride ve bu durum benim kendi kendime atar yapmama yol açıyor. kendine gel altı üstü 1 ay daha buranın tadını çıkaracaksın sonra zaten zemindi temeldi derken gidiverecek güzelim manzara -ki muhtemelen ömrü hayatımda çalıştığım nadir manzaralı yer olarak rafa kaldırılacak- Neyse efenim bu uzun ve gereksiz cümlelerimden benim yarı saha yarı ofis insanı olduğumu anladınız. O zaman gelelim bugün ki mevzumuza; normalde dikkatsiz olan bendeniz sahaya seke seke dolaşan ceylan misali salıyorum kendimi gerisi allah kerim diyerekten. Ama bugün pek kerim gitmedi (= 3 kez düştüm bir kaç kezde düşme tehlikesi geçirdim galiba ceylanlığımdan- yapıncaklığımdan eser kalmamış gari. Yaşlanıyorum kutu şaka değil azcık adam olsam, çalışsam fena olmaz. Hep film, dizi, kitap, oyun bla bla bla... nereye kadar azcık büyü yapıncak "kalıbının adamı ol leynn" diye kızıyorum kendime ama nıçk ilerleme yok sürekli bahaneler ve de ertelemeler mevcut bedenimle ruhum arasında. O zamansa şans, çalışkanlık, hissiyat, adam olma gibi gibi gibiiii bütün iyi huylan aniden peydah olsun bünyemde dileğim budur...fonda: nasıl isterim senle buluşmayı, eskisi gibi susup konuşmayı, illa illa illa illa sennnnn nil benim sözcüklerimle söylüyor tek fark bunlar aşk için dökülmüş sözler değil ...

6 Şubat 2013 Çarşamba

işten eve gelmiş yorgun bedenimin yapacağı işleri sıralarken hiç bir iş yapmadan bilgisayar başına çömmüş halde...



dilek kutusu: bugün yine soruldu bana o malum soru "neden istanbula geldin?" hani eskiden ateşli cevaplarım vardı ya mesela ;

- arkadaşlarımın hepsi orada ve mimarlık orada daha canlı...

- yüksek lisans için en iyi seçenekler orada...

- türkiye piyasasının kalbi orası bütün iyilerin uğrak yeri...

- ücretler daha fazla ya...

- orası tam yaşanmalık...

- orada hiç sıkılmazsın gez gez bitmez...

- etkinlik manyağı olabilirsin rahatlıkla...

- tüm kültürel zımbırtılar ilk buraya uğrar...

blaaaa blaaa blaaa... derdim hep Ankara'da kalabalık ve mutlu arkadaş gruplarının içinde...

ama bugün benim ilk tepkim ;

- bilmem galiba hırs yaptım, hakikaten ben niye geldim ki ?

offf kutu off bu dik başlılığım ve "bir musibet olmadan" inadımın kırılmaması hep diplere çekiyor beni ya neyse yükselişi iyi olur umarı. O zaman bütün cümlelerde geçen "orası" olan İstanbul'la iyi anlaşalım pişman olmayayım dileğim budur...fonda: birsen tezer den arı maya çalıyor...

28 Ocak 2013 Pazartesi

oturmuş çoktan yetiştirmesi gereken işlere başlamış olması gerekirken okulda ki gibi sürekli erteleyen ve de yumurtanın kapıya dayanmasını bekler modda stres olmuşken...

dilek kutusu: tabiri caizse düzenli olarak her hafta aş erdiğim çiğköfteler nedeniyle artık çiğköfteci ve tatlıcı olan yerdeki çalışanlar beni, işimi, kaçta gelip gittiğimi, dışarda mı takıldım, çok mu çalıştım bilir hale geldiler. Hatta bu hal bana yeri geldi çiğköfte alırken ikram edilen 1 parça tatlı, tatlı alırken de yeşillikler içinde çiğköfte şeklinde dönüşler yaptı. Hatta abarttılar üst üste sunumlar oluyor, ki ara arada indirim aldığımı itiraf etmeliyim =) neyse bugün yine krizler içinde girdiğim dükkanda bu sefer tatlıyı kabul etmeyerek çiğköfteleri mi bekliyorum ayrık dişli ufak tefek olan (hoş hepsi ufak tefekler böle sanki uzun boylu adam çiğköfte veremezmiş etkisi yaratıyorlar bende) "işten değil heralde abla ?" didi. içim "acaba neden öyle didi!" diye bu aralar nükseden paranoyamla nedenler bulurken. dışım "yok yav işten geliyorum" demekle yetindi. Bu en sırnaşık ve geveze olan ki aynı zamanda "dokunsan ağlayacağım" bakışlarına sahipken en cinleri duran (= "sizin iş kolay abla dedi üstüne" eneem nasıl dellendim ama çaktırmadım. Sonuçta bu gece yine uyku olmadığını ve bir sürü işin beni beklediğini bilmeyen biriyle tartışmaya girmicektim ama saldırı devam etti benim şu cevabım üzerine " neresi kolay, sabah 8 de şantiyeyi açıyorum bak kaç oldu saat daha yeni geliyorum." Bu hemen hazır cevap -ya da içinde biriktirilmiş isyanla, arkadan kel kafasıyla parıl parıl parıldayan patronuna minik bir bakış atıp, suratına tekrar acı dolu ifadeyi koyup, ama hafiften de ben bilirim cinsinden sinir bozucu sırıtışıyla "bende sabahtan beri çalışıyorum üstelik dahada buradayım" didi diğer minik tombişin onaylayan sesleri arasında. Sonra da "sizin haftasonunuz var en azından" diyerek yarama tuz bastı. "yav yok ne haftasonu bir pazar çalışmıyorum o kadar da olsun artık" dedim. "biz haftasonuda çalışıoz abla ya 10 günde bir bizim iznimiz..." falan diye aldı başını gidiyor baktı ben arada " nasıl ya, neden ?" deyi atarlanıyom bu da onun gazıyla daha bir çoştu. Derken sadece ortama partıldı katan patron sonunda olaya şu cümlelerle dahil oldu "ama çalıştığı kadar parasını alıyor." didi şimdi aslında buna kızardım ama bana çalıştığım kadar para veren bir patronla hiç karşılaşmadığım için bir şey de diyemedim (= kendi içimde çelişkili git geller yaşarken minik tombiş "işçiler kardeş patron kalleş" diyiverdi bende koptum tabi. Evet bende işçiyim sonunda bunu kabul ediyorlar ne kadar güzel... Artık çiğköftelerim de hazır olduğuna göre çıkma vaktim gelmişti ama ne hikmetse son sözü ben söylerim uleyn bakışı attım bunlara sırayla ve patrona duyurmayacak şekilde "hakkınızı arayın" didim ne demekse sanki kendiminkini arıyorum da teaaay alleeaam ya o zaman sa bütün işçilerle patronlarında el ele olmasını hatta patron olmamasını diliyorum ama yavaş yavaş... fonda: istanbul istanbul dedim de geldim bu koca şehirde ben yalnız kaldım bir o yana bir bu yana yıkıldım hayallerim vardı çaldın istanbul ne ümitle geldim ama ne buldum hani taş toprağın altın istanbul diyor ezginingünlüğü benim için...